Saat 9’a geliyor. İşten geç ayrıldım. Saat 5 gibi bitmesi gerekiyordu bütün tasarımların ama Koray Bey inatla şirket logosunu ortaya koymamızı istiyordu. Tanrım, diye düşündüm, bu adamda hiç göz yok. “Tabii efendim, haklısınız ama gerçekten güzel olmaz. .. Tamam pekâlâ siz bilirsiniz.” Laftan anlamaz, burnunun dikine giden bir adam işte; ama parayı o veriyor, biz gariban grafikçiler de boyun eğmek zorundayız. Yeni mezunlar geldi şirkete, hiçbiri bir boktan anlamıyor. Ama ben patrona söyledim yeni gelenleri mülakatla alalım diye. Şimdiki okullar sadece üniversite sınavıyla alıyor öğrencileri zaten. Kalitesiz, konuyla alakasız kişiler mezun olup kapımıza dayanıyor. Sonra neden o logo ortaya konmuyor. Oof, of.
25 senedir bu işi yapıyorum ama her geçen gün beni daha çok sinirlendiren insanlar çıkıyor karşıma. Saçma sapan istekler, saygısızca konuşmalar…
Eve 10 gibi girebildim. Adam beni o kadar terletmişti ki kendimi bir an önce banyoya atmak istiyordum. Kıyafetlerimi dosdoğru yılların eskittiği, çalışırken sürekli inleyen makinenin önüne attıktan sonra banyonun korkunç florasanlarını yaktım ve duşakabinde vücuduma vuran o leziz sıcak suyun keyfini çıkarmaya başladım.
Parmak uçlarım büzüşmüştü; 20 dakikanın üzerinde kalmış olmalıyım banyoda. Şu harcadığım suya bak. Bir de Greenpeace üyesi olacağım! Çabucak omuz kısmı hafif yırtılmış olan bornozumu sırtıma aldım ve odama geçtim.
Şu odanın haline bak. Odanın acilen bir badanaya ihtiyacı var, tavan boyaları dökülmeye başlamış. Halının üzerine döktüğüm şarap lekesi de inatla durmaya devam ediyor, artık artistik bir hava katmaya başlamış, dursa da olur. Annem olsa ne kadar söylenirdi kim bilir. Annemin tatlı tatlı sinirlenmeleri aklıma geldi bir anda, ne de çok kızardı şu dağınıklığıma. Ah anacım, şimdi yanımda olsan da şöyle bir güzel söylensen! Eski anılarıma yine hep yaptığım gibi gülümserken bornozumu yatağımın üstüne attım.
Yatağın yanındaki aynanın önünden ne zaman çıplak geçsem, kafamı başka tarafa çeviriyorum; tahammülüm yok kendi vücuduma. Çocukça davranıyorum, komik aslında bu yaptığım. Utanıyor muydum? Kendime güvenim her zaman oldukça yüksek olmuştur ama… Sanırım vücudumu artık kendime yakıştırmıyorum. Aynalar bana haram… dermişim. Ama bugün farklıydı. Yine her zamanki gibi aynanın önünden transit geçmek istemiştim ama ayaklarım beni tam da o anda durdurdu. İlerleyemiyordum; kaskatı kesilmiş önümdeki manzaraya bakakalmıştım.
Amanın ne kadar da yaşlanmışım! Kilo aldığımı zaten biliyordum, 20 kilo fark edilmeden alınmaz çünkü. Korksamda ara sıra tartıya çıkıyordum. Bu tartıya nadir çıkışlarım iki ayda bir oluyordu. Ama hiç bu kadar değişiklik olacağını tahmin edemezdim. Karşımdaki kişi bana bön bön bakıyordu; neredeyse suçluyordu beni. Ben de ona aynı ifadeyle bakmaya başladım. Ama onun gözleri daha güzeldi ve daha.. gençti. Gözlerindeki ışık henüz sönmemiş, yüzünde çizgiler oluşmaya başlamamıştı. Aynaya doğru yaklaştım, o da bana doğru yaklaştı. O biraz daha hızlı hareket ediyordu; şimdiki zamana ayak uydurmaya çalıştığı belli oluyordu. Ama değişikliği sadece hareket ettiğimde görebiliyordum. Yürüdüğümde, vücudumu oynattığımda, hatta gülümsediğimde. Düz durduğum zaman bendim, ama o kişi… Bugüne ait değildi, olamazdı. Çünkü güzeldi ve ben artık güzel değildim.
Of, ne kadar da çok kilo almışım! Memelerim yerçekimine karşı koyamamış ve sarkmıştı. Bacaklarım şişmiş, selülitlerim azmıştı. Arkamı döndüğümde karşımdaki kişi memnun kalmamıştı. Zaten istemeye istemeye, hızlıca dönmüştü etrafında. Kalçalarım güzel olmayan bir şekilde dolmuş ve farklı bir hâle dönüşmüştü.
Suratımdaki değişiklikleri saymıyorum bile. O kadar da para döküyorum şu kozmetik sektörüne. Hepsi palavra. Bir tanesinin bile bir boka yaradığı yok. Şu surata bak amanın. Resmen gözümün feri gitmiş! Hep bu şirketin suçu işte, çürüttüler gençliğimi.
“Anca kendini kandırıyorsun zaten. Yaşlanmışsın işte.”
Karşımdaki kişi uzun kumral saçlarını savurdu ve lavanta kokuları sardı ortalığı. Ben ise hareketsiz dururken etrafım suni duş jeli kokuyor. Ama hâlâ lavanta kokulu.
Hepsi dün eski fotoğraflarıma baktığım için oldu! Ah, ah ne kadar kilo almışım. Tabii, o kadar çok yersen böyle olur. Karnında simitler oluşmuş. Saçlarım bile seyrekleşmiş, beyazlarım çıkmış; uzun zamandır dip boyasına gitmiyorum tabii.
Pazartesi günü kesin diyete başlıyorum. Artık her gün sabah erkenden kalkıp yürüyüşe gideceğim. Kendime bakmaya başlayacağım ve belki o zaman karşımdaki kişi bana iğrenç biriymişim gibi bakmaz. Kendimi yeşil şeylere vereceğim: ıspanak, marul, brüksel lahanası…
Kimi kandırıyorum, değişen bir şey olmayacak ki! Yemek yemeyi ve uyumayı, paraya ve sosyalliğe tercih eden birinden zayıf olması beklenemez ki.
Karşımda hızlı hızlı hareket eden ve konuşan o kişi gözlerini devirdi.
“Abartıyorsun. Eskiden her şey çok kolaydı.” Eh evet tabii ki öyleydi. Önceleri kimsenin umurunda değildi ki zayıf ya da şişman olmak. Zaten hepimiz doğal bir şekilde sağlıklıydık.
Pekâla aynadaki kişi. Senin sözünü dinleyeceğim. Başlarda çok zorlanacağım ama kim zorlanmaz ki böyle bir durumda? Karşımdaki güzel kız hızlıca kafasını onaylar şekilde salladı ve yürüyerek uzaklaştı, beni şimdiki yansımamla yalnız bıraktı. Ben ise yeni yansımaya gülümsedim; çünkü yeni bir dönem başlıyordu. Evet, hissediyordum.
25 senedir bu işi yapıyorum ama her geçen gün beni daha çok sinirlendiren insanlar çıkıyor karşıma. Saçma sapan istekler, saygısızca konuşmalar…
Eve 10 gibi girebildim. Adam beni o kadar terletmişti ki kendimi bir an önce banyoya atmak istiyordum. Kıyafetlerimi dosdoğru yılların eskittiği, çalışırken sürekli inleyen makinenin önüne attıktan sonra banyonun korkunç florasanlarını yaktım ve duşakabinde vücuduma vuran o leziz sıcak suyun keyfini çıkarmaya başladım.
Parmak uçlarım büzüşmüştü; 20 dakikanın üzerinde kalmış olmalıyım banyoda. Şu harcadığım suya bak. Bir de Greenpeace üyesi olacağım! Çabucak omuz kısmı hafif yırtılmış olan bornozumu sırtıma aldım ve odama geçtim.
Şu odanın haline bak. Odanın acilen bir badanaya ihtiyacı var, tavan boyaları dökülmeye başlamış. Halının üzerine döktüğüm şarap lekesi de inatla durmaya devam ediyor, artık artistik bir hava katmaya başlamış, dursa da olur. Annem olsa ne kadar söylenirdi kim bilir. Annemin tatlı tatlı sinirlenmeleri aklıma geldi bir anda, ne de çok kızardı şu dağınıklığıma. Ah anacım, şimdi yanımda olsan da şöyle bir güzel söylensen! Eski anılarıma yine hep yaptığım gibi gülümserken bornozumu yatağımın üstüne attım.
Yatağın yanındaki aynanın önünden ne zaman çıplak geçsem, kafamı başka tarafa çeviriyorum; tahammülüm yok kendi vücuduma. Çocukça davranıyorum, komik aslında bu yaptığım. Utanıyor muydum? Kendime güvenim her zaman oldukça yüksek olmuştur ama… Sanırım vücudumu artık kendime yakıştırmıyorum. Aynalar bana haram… dermişim. Ama bugün farklıydı. Yine her zamanki gibi aynanın önünden transit geçmek istemiştim ama ayaklarım beni tam da o anda durdurdu. İlerleyemiyordum; kaskatı kesilmiş önümdeki manzaraya bakakalmıştım.
Amanın ne kadar da yaşlanmışım! Kilo aldığımı zaten biliyordum, 20 kilo fark edilmeden alınmaz çünkü. Korksamda ara sıra tartıya çıkıyordum. Bu tartıya nadir çıkışlarım iki ayda bir oluyordu. Ama hiç bu kadar değişiklik olacağını tahmin edemezdim. Karşımdaki kişi bana bön bön bakıyordu; neredeyse suçluyordu beni. Ben de ona aynı ifadeyle bakmaya başladım. Ama onun gözleri daha güzeldi ve daha.. gençti. Gözlerindeki ışık henüz sönmemiş, yüzünde çizgiler oluşmaya başlamamıştı. Aynaya doğru yaklaştım, o da bana doğru yaklaştı. O biraz daha hızlı hareket ediyordu; şimdiki zamana ayak uydurmaya çalıştığı belli oluyordu. Ama değişikliği sadece hareket ettiğimde görebiliyordum. Yürüdüğümde, vücudumu oynattığımda, hatta gülümsediğimde. Düz durduğum zaman bendim, ama o kişi… Bugüne ait değildi, olamazdı. Çünkü güzeldi ve ben artık güzel değildim.
Of, ne kadar da çok kilo almışım! Memelerim yerçekimine karşı koyamamış ve sarkmıştı. Bacaklarım şişmiş, selülitlerim azmıştı. Arkamı döndüğümde karşımdaki kişi memnun kalmamıştı. Zaten istemeye istemeye, hızlıca dönmüştü etrafında. Kalçalarım güzel olmayan bir şekilde dolmuş ve farklı bir hâle dönüşmüştü.
Suratımdaki değişiklikleri saymıyorum bile. O kadar da para döküyorum şu kozmetik sektörüne. Hepsi palavra. Bir tanesinin bile bir boka yaradığı yok. Şu surata bak amanın. Resmen gözümün feri gitmiş! Hep bu şirketin suçu işte, çürüttüler gençliğimi.
“Anca kendini kandırıyorsun zaten. Yaşlanmışsın işte.”
Karşımdaki kişi uzun kumral saçlarını savurdu ve lavanta kokuları sardı ortalığı. Ben ise hareketsiz dururken etrafım suni duş jeli kokuyor. Ama hâlâ lavanta kokulu.
Hepsi dün eski fotoğraflarıma baktığım için oldu! Ah, ah ne kadar kilo almışım. Tabii, o kadar çok yersen böyle olur. Karnında simitler oluşmuş. Saçlarım bile seyrekleşmiş, beyazlarım çıkmış; uzun zamandır dip boyasına gitmiyorum tabii.
Pazartesi günü kesin diyete başlıyorum. Artık her gün sabah erkenden kalkıp yürüyüşe gideceğim. Kendime bakmaya başlayacağım ve belki o zaman karşımdaki kişi bana iğrenç biriymişim gibi bakmaz. Kendimi yeşil şeylere vereceğim: ıspanak, marul, brüksel lahanası…
Kimi kandırıyorum, değişen bir şey olmayacak ki! Yemek yemeyi ve uyumayı, paraya ve sosyalliğe tercih eden birinden zayıf olması beklenemez ki.
Karşımda hızlı hızlı hareket eden ve konuşan o kişi gözlerini devirdi.
“Abartıyorsun. Eskiden her şey çok kolaydı.” Eh evet tabii ki öyleydi. Önceleri kimsenin umurunda değildi ki zayıf ya da şişman olmak. Zaten hepimiz doğal bir şekilde sağlıklıydık.
Pekâla aynadaki kişi. Senin sözünü dinleyeceğim. Başlarda çok zorlanacağım ama kim zorlanmaz ki böyle bir durumda? Karşımdaki güzel kız hızlıca kafasını onaylar şekilde salladı ve yürüyerek uzaklaştı, beni şimdiki yansımamla yalnız bıraktı. Ben ise yeni yansımaya gülümsedim; çünkü yeni bir dönem başlıyordu. Evet, hissediyordum.